24 Temmuz 2020

Kopenhag Zirvesi ve Mutabakatı

ile Onur

2012 sonrası yeni iklim rejiminin çerçevesinin belirlenmesi amacıyla 7-18 Aralık 2009 tarihlerinde, 192 ülke katılımıyla gerçekleşmiştir.

Zirve, yoğun tartışmaların yaşandığı ve ABD ile Çin’in çekişme ortamına sahne olmuştur. ABD ile Çin arasında çeşitli alanlarda ve boyutlarda yaşanan küresel rekabet iklim değişikliği zirvesine de yansımıştır. Çin, hiçbir şekilde gaz salınımı oranını düşürmek istemez ve kendi üzerinde oluşturulacak uluslararası kontrol sistemine karşı çıkarken; ABD, Çin’in ekonomik büyümesini kontrol etmek ve bu devleti kendi uzmanlarıyla da yakından izlemek için Çin’in gaz salınım oranlarının uluslararası bir komisyon tarafından sürekli kontrol edilmesi talebinde bulunmuştur. ABD, Çin’in itirazını örnek göstererek kendi de gaz salınım oranlarını beklenen seviyede düşürmeyeceğini ortaya koyarken, AB ve Japonya gibi küresel aktörler bu iki devletin üzerinde bir baskı oluşturarak istenilen sonuca ulaşmaya çalışmışlardır

Bu bağlamda, son dakikaya kadar anlaşma sağlayamayan taraflar zirvenin bitiminde iklimin korunması konusunda asgari müşterekte buluşmuştur.

Yasal bağlayıcılığı bulunmayan ve daha çok ‘uzlaşı’ niteliği taşıyan Kopenhag mutabakat metni ABD, Çin, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan’ın bulunduğu 30 ülke tarafından imzalanmıştır. Sürecin dışında tutulan ülkeler bu duruma büyük tepki göstermişlerdir. Bu mutabakat metni temelde Kyoto Protokolü’ne taraf ülkelerin emisyon indirim yükümlülüklerini güçlendirilmesi yönünde niteliksel hükümler içeren bir yapı sergilemektedir.

Kopenhag Zirvesi’nde çıkan somut kararların başında gelişmekte olan ülkelere yapılacak mali yardım ile ilgili olmuştur. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ile mücadele etmeleri için uygun bir finansman sağlanması kararına varılmıştır.

Kopenhag İklim Zirvesi sonrasında Türkiye’nin AB katılım süreci çerçevesinde çevre faslı müzakereye açılmıştır.

Kopenhag’da, Kyoto Protokolü ile 2008-2012 aralığında azaltım hedefi alan ve sera gazı emisyonların salınımından büyük ölçüde sorumlu olan gelişmiş ülkelerin (AB Ülkeleri, Japonya, Rusya gibi) 2012 sonrası için alacağı yeni somut hedefler belirlenmemiş, bunlar sadece lafta kalmıştır.  Dünya emisyonlarının %20’sinden sorumlu olan ABD’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasına dair gelişme olmamıştır. Bunun yanında, Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika gibi ülkeler de, hukuki olarak bağlayıcı bir azaltım/sınırlama hedefi almamıştır.

Kopenhag Mutabakatı yasal bağlayıcılığı olmayan daha ziyade bir uzlaşma metni niteliğindedir.

Mutabakatta yer alan hedeflerin ise gerçekleştirilmesi zor görünmektedir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelere yardım yapılması yerine getirilmesi şüpheli bir konu olarak görülmektedir; çünkü son ekonomik kriz ve küresel aktörlerin içerisinde bulundukları kötü ekonomik durum, hükumetlerin sadece kendi sorunlarına odaklanmalarına ve küresel sorunlara ikincil önem atfetmelerine neden olmaktadır.

Bunun yanında, gaz salınımının denetiminin de ulus devletlerin kendi denetim mekanizmalarına terk edilmesi ve bu oranları BM’ye doğru şekilde bildirmesi pek mümkün görünmemektedir.  ABD-Çin Anlaşmazlığının damgasını vurduğu bu zirve, Kyoto Protokolü’nden bu yana hemen hemen hiçbir şeyin değişmediğinin göstergesi olmuştur.  Bununla beraber, dünya liderlerinin çoğunun kuvvetli bir irade sergileyerek Kopenhag’da bir araya gelmeleri ve insanoğlu için önemli bir tehdit ve tehlike olarak kabul edilen iklim değişikliği konusunu ciddi ve açıkça tartışma şansını bulmaları önemli bir ilerleme olarak nitelendirilebilir.